Ürdün
Okuma süresi
Okuma süresi: 16 dakika
Orta
Kral'ın Yolundan
 

Dana Vadisi hakkında minik bir bilgi vererek bölüme başlayalım. Turistik bir yer fakat dokusu bozulmamış. Evlerin hepsi taştan yapılmış. Ürdün turuna çıkan gezgin bir günlüğüne buraya uğrayıp geçiyor genelde. Trekking yapacaksa belki birkaç gün. Vadideki oteller bölgesi ise vadiye kuş bakışı bakar pozisyonda konumlanmış. Toplamda 3 vadi gezeceğim ve ilki burası. Fakat buraya şöyle bir yukardan bakıp kaçacağım. Asıl maceralar Wadi Musa ve Wadi Rum'da olacak. Dana Vadisi'ni gezi planına dahil ettiğimi söyleyemem ama yeni planıın başlangıç noktası oldu diyebilirim.

Odama girip internet, duş ve wc ve tabiii ki çamaşır yıkama gibi o an için hayati konuları çözdükten sonra kendimi yatağa attım ve 3 saat uyudum. Hayati dememdeki neden tamamen stres boşalması. Mesela Kırgızistan'da 4000 metrelere tırmanırken 1 hafta boyunca elektrik görmedim, duş almadım. Bir yerden sonra insan, hayvan ve bitki bile görmedim. Ama hiçbirine de ihtiyaç duymadım. Çünkü zorluk sadece doğanın yarattığı bir şeydi ve keyfim yerindeydi. Stres dediğimiz duygu durumu ise bilindiği gibi insan kaynaklı. Böyle olunca işin tadı kaçabiliyor. 

Dana'da gün batarken

Abu ile akşam yemeği için sözleştik. Yemek öncesinde uyanıp 2 dakikalık yol ile köyün sonuna, vadinin başına yürüdüm. Burada gün batımını izlemek; Kapadokya'da izlemek ile aynı değerde. Zaten köy yeri ve otellerin taştan mimarisi birleşince ortaya 1/100 ölçekli Göreme gibi bir yer çıkıyor. 

Köyde kalan seyyahların çoğu gün batımındaki ufacık zaman diliminde güzel bir kaç kare yakalamak derdine düştüğü için vadiyi yüksekten gören yerlere konuşlandılar. Ben de aşağıdan fotoğraflayıp sonra yanlarına çıktıktan biraz sonra Arkamdan birisi "Altan" diye seslendi. Anlık şok haliyle döndüm. 

- You are the guy who travels on a bicycle? 
+ Yes! (Yes ama niye yes ne alaka?)

...derken işe bakın. İlk başta tanımadım. Tam bir saçmalık ama bu sefer güzel bir saçmalık. Annette olduğunu anladım. Hayatımda ilk kez "Dünyanın başka bir yerinde görüşürüz" diyerek ayrıldığım kişi ile ertesi gün yeniden sohbet ediyoruz. Kendisi dün planlarına bakacağını ve henüz belirgin bir şey olmadığını söylerken ben de Akabe'ye doğru süreceğimi belirtmiştim. Şu anda da Dana Vadisi'nde gün batımı fotoğraflarken karşılaşmamız gerçekten planlanan bir simülasyonun içinde olup olmadığımı kendime sorgulattı. Başıma gelenleri anlattığımda kendisi haliyle şaşırdı. Hayat gerçekten çok acayip.

Otelin anlaşmalı restoranında girip tek başıma Abu'nun getirdiği yemeği bekledim. İçerisi soğuk ve kimse yok. Önce katalitik soba geldi. Tüp kokusunu alınca 90'lara döndüm yemin ediyorum. İzmir köfteye benzer akşam yemeğini ekmekle sıyırıp hunharca mideye indirdikten sonra yarım kalan uykumu tamamlamak için otele gittim ve hiç zaman geçirmeden sabaha kadar uyudum.

Ürdün'e inanılmaz bir giriş olduğunu kabul ediyorum ama bazen böyle oluyor. Beşiktaş'ın efsane teknik direktörü Gordon Milne takım yenildiğinde şu klasik sözü söylerdi: "This happens in football". Benimki de o hesap işte. Belki de tüm olumsuzluklar ilk günlere sığmıştır kim bilir...

Sarı ve sıcak Dana fotoğrafı ikinci güne son noktayı koyuyorum. Gerçek bir uyku uyumanın zamanı geldi.

Yeni bir gün

Kendini her gittiği yerde sürgün hisseden, evini bulamamış kişi aidiyet duygusundan ekseriyetle yoksundur. Fakat bu duruma düşmek her zaman insanın kendisinden kaynaklı olmayabiliyor. Ait hissetmenin olumlu olup olmadığına herkes kendi dünyasında karar verebilir. İnsanın oradan oraya savrulan bir yaprak gibi olmaması ise elzemdir. Er kişi hayatında kökü toprağa yayılmış bir ağaç gibi olmak istese de İlkkan'ın da dediği gibi "İşte hayat her zaman arzularımızı ve beklentilerimizi karşılamıyor".

Beynimin içinde olan bitenin ufak bir özetini yazdıktan sonra gelelim normal dünyaya. 

Saatlerce uyku sonrası sabah erkenden ayaklandım. Elimiz kolumuz Aboubakar'ımızın kahvaltı hazırlamasını beklemek yerine çelik gibi havada 5 dakikalık yürüyüş yapıp, Dana Vadisi'ni fotoğrafladığım yere gittim, şöyle bir bakıp geri döndüm. Yandaki henüz turizmi keşfedememiş köy bakkalından beni gün boyu tutabilecek alışverişimi yaptım. Sanırım Ürdün'de yaptığım en ucuz alışverişti. Alkolsüz biramı da alıp sanki %4.5 alkol varmışçasına kendimi kandırarak içtim. Sonra da "Ooohh iyi geldi" dedim. 😂 Her ne kadar haritadan yol üzerinde ne olduğunu (market, benzinlik vs.) görsem de gerçekten öyle olmayabiliyor. O yüzden tedarik kısmında biraz daha temkinli davranmakta fayda var. İlk güne göre bir parça daha medeniyetin içinde olma hissi ise güzel. Allah fakiri sevindirmek için önce eşeğini kaybettirip sonra buldururmuş. O kadar eksiden bir giriş oldu ki, mükemmel bir tur olması için sadece işlerin normal seyretmesi yeterliymiş gibi bir hal aldı.

Fotoğrafta Aboubakar Bey'in muhteşem sunumunu görebilirsiniz. Özel tabaklarda gelen tek lokal yiyecek humus olmasına rağmen bunu otel müşterisine Ürdün kahvaltısı diye veriyorlar. Her şeyi önümdeki beyaz tabağa koysam yine boşluk kalacak. 😀 Garip renkli olanlar Ürdün'ün milli tabağı. Tahmin edeceğiniz üzere rengini kırmızı beyaz yapıp küçültünce milli çay tabağımız ortaya çıkıyor.

Son kontrolleri yapıp kahvaltı sonrası fazla oyalanmadan yola çıktım. Bisiklet üzerinde kullandığım lastikler Hutchinson Touareg 650x47. Açıkçası 47 mm bir lastik çapı gravel bir bisiklete göre "benim için" haddinden fazla kalın. Ben 35 mm üzerine çıkmama taraftarıyım ki daha önce gravelda 25 mm'ye kadar sürmüşlüğüm vardır. Bir yaz boyu graveldan yoksun kaldığımda yol bisikletine 25 mm'lik Schwalbe Marathon takıp kendimi Bey Dağları'nın kondüsyonu çok kötü yangın yollarına atmıştım. Fakat 47'likler lastikler üzerinde geldiği için eskisin diye bu turda kullanmak istedim. Bugün yani turun 3. gününde %18'lik yokuşu çıkamadığımı da orada fark ettim. :) Yine çıkarım da bu konuda kötü tecrübelere sahip olduğum için zorlamadım. 

Sanırım 2018 gibiydi. Anamur turunda uyanır uyanmaz ısınmadan Kaledran'ı tırmanırken aşil tendonuna zarar verdim. Sonrasında soluğu Anamur Otogarı'nda aldım ve Antalya'ya döndüm. Sonra da hastanelik olduk zaten. Tendon esneyince 2 hafta yere basamadım. Evde sek sek oynayarak mutfağa, oradan salona koşturup durdum. O bakımdan yiğitlik bir yere kadar. Zaten 35-45 arası yaşlar aşil tendonunun kopma yaşı. Performanslı bir sürüşün ikinci haftasında bu yokuş karşıma çıksa o zaman şartlar değişebilir. Şartların değişmesi için bir nokta daha var ki o da "Günaydııınn" dedikten sonra direkt dağ tepe yardırmamak. Yine birkaç sene önce Halfeti'yi tırmanırken aynı sıkıntıyı yaşadım. Neyse kötüyü çağırmayalım. Ben dinlenip sıvı ihtiyacımı karşılarken vadiyi Toyota ile tırmanan arkadaşlar "Tepeye atalım" deyince hayır diyemedim. Toyota, burada yemek ya da su gibi temel ihtiyaç ile eş değer. Gördüğüm arazi araçlarının neredeyse tamamı Toyota. 

Bir önceki gün beni bıraktıkları yol ayrımına kadar çıkardılar,  sağ olsunlar atıştırmalık bir şeyler de verdiler. Teşekkür edip vedalaştık. İsimlere gelince hafızamdan uçup gidiyor artık. Çünkü herkes Muhammed ya da Ahmed. Ayrıca birçok Haşim, Wahid ve Hamza ile tanıştım. 

"Kadın yok mu bu ülkede yaw?" diye soranla olacaktır. Kocaman bir "0" olmasa da sıfıra yakın. Ürdün gezimde tek tanışıp bir süre sohbet ettiğim kadın Rania (Raya da olabilir) idi. O da zaten bu yazı dizisini sonlarına doğru Amman'da. Aralara girip ilerde anlatacağım diyorsam bu aslında kendime de not oluyor. Yoksa o kadar birikmişi depolamaya hiç bir hafıza yetmez. Akabe ve Amman haricinde genç kadın görmek zaten çok zor. Merkezi yerlerde dahi sokaktaki kadın sayısı belirgin derecede az diyebilirim. Akabe biraz turistik, Amman da başkent olduğu için durum böyle. Ürdün'ün biraz daha coğrafi anlamda kapalı bölgelerindeki gençler de zaten Amman'a ya da imkan bulurlarsa Ürdün dışına çıkıyor. Ekseriyetle erkekler tabii. 

Tekrardan Al-Qadisiyya-Dana yol ayrımına gelip Kings Highway üzerinden Wadi Musa'ya doğru sürmeye başladım. Yolda artık konaklama seçeneğim biraz daha çeşitli olduğu için de kafam rahat. Aslında ekonomik şartları göz önünde bulundurduğumda yine az ama en azından dünkü gibi saçma bir durumda başımı sokacak bir delik bulacağım için mutluyum. Tüm gün sürme isteğim var. Acele edesim yok. 2-3 saat kala nerede kalacağıma karar vereceğim. 

20 km boyunca sürdüm ve tatlı tatlı 1300 metrelere indim. Yol üzerindeki ilk yerleşim birimi Shoubak (Şubak) yakınlarında Kings Highway'e çıkmayan ve kuzeybatı hattında bir yol daha var. Rüzgar santralleri için yapılmış ve kalite olarak biraz daha kötü olduğu için kimse kullanmıyor bu yolu. 

Yol ayrımında polis aracı var fakat kritik bir nokta olmadığı için sadece görev icabı orada durdukları belli. Bisikletle yanaşıp biraz muhabbet etmek istedim. Kuş uçmaz kervan geçmez bu yolda onların da çene yapacak birilerini görmeye ihtiyaçları varmış hakikaten. Onlarda İngilizce, bende Arapça olmayınca her zaman olduğu gibi beden dili devreye girdi. Yol tarif ederken sürekli kendi aralarında konuştular. "Yani" kelimesini çok sık kullandıklarını fark ettim. Bu kelimenin kullanımı bizdeki ile birebir aynı. Türkçe-Arapça ortak kelimelerde en şaşırdığım kelime "battaniye" olabilir. Telaffuzu dahi aynı.

Her ne kadar sanki çok şey olmuş gibi anlatmaya çalışsam da genelde yokluğun içerisinden ilerlediğimi belirtmem gerek. Bazen gerçekten hiçliğin ortasında kalmışçasına yol almaya devam ettim.. Alışkın olduğumdan garip gelmiyor artık. Yıllardır neler gördük (ya da neler görmedik). 

Çölde görsel algının şaşması olayı hepinizin malumu. Olmayan bir şey varmış gibi görünmese de bence bu sarı renk ile alakalı. Hiç bir bilimsel bir araştırma yapmadan tasarımcı gözüyle diyebilirim ki; bir kere insanın objeye ait mesafe algısını şaşırtan bir renk. Uzak mı yakın mı anlamıyorsunuz. Anlamadıklarımı anlatmam için birkaç bölüm daha sabır please.

Önüm arkam Shoubak

Shoubak'a ulaştıktan sonra ilk işim girişteki ufak mekanda kahve içmek oldu. Çay mevzusu biraz karışık olsa da kahve kalitesi anlamında Ürdün'e tam not verebilirim. Gerçekten çok güzel. Tadına gelince büyük bardakta bir Americano düşünün, bardağın dibinde de biraz kalan Türk kahvesi telvesi. Bu ikisinin kombosu gibi bir kahveleri var. Kıvam olarak Türk kahvesine biraz daha yakın. Genel olarak içtiğim kahveler bu şekilde idi. Geleneksel kahveleri olan mırra'dan ilerde bahsedeceğim. Kahve tabii ki işin bahanesi. Esasen hava güzel ama wi-fi ihtiyacım olduğundan bisikleti duvara yaslayıp içeri geçtim. Zaten mekanda tek kişi var, o da işletmetcisi genç bir arkadaş. Fokur fokur shisha (nargile) içiyor. Gözlemlediğim kadarı ile nargile tüketimi Ürdün genelinde çılgınlık seviyesinde. Google Maps'den etrafa bakarken kafedeki arkadaşın da tavsiyesi ile Shoubak Kalesi'ne gitmeye karar verdim. Artık arkamızdan at koşturmuyor, kobra takibi de bitti :)

Shoubak Kalesi'ne uzun bir inişin ardından ulaşacağım ama aklımda yolu tekrar çıkmamak, ilerden dolanıp mezranın ilerisine kendimi atmak gibi bir fikrim var. Kaleye yaklaşırken uyuz bir köpek kardeşimiz beni karşıladı. Normalde durup severim ama kendim de kesinlikle kaşınacağım için riske girmedim. :) 

Ve evet geldik Şubak Kalesi'ne. Herhangi bir araçla Ürdün'ü gezenler normal şartlarda burayı hesaba katmıyor. Amman-Petra ekseninde yapılan seyahatlerde geçerken uğramak için ziyaret edilen tarihi bir yapıdan ibaret burası. Sıkıcı tarih bilgilerine boğmayacağım korkmayın. 12. yüzyılda Kudüs Kralı 1. Baldwin (Baudouin) tarafından yapılan bir kale. Dikkatimi çeken tek bir şey var. İngilizcesi Bedouin, Türkçesi ise Bedevi. Tam da burada gözlemleri kuvvetli bir insan olarak biraz konu dışına çıkmak istiyorum. Olayları ve mekanları birbiri ile ilişkilendirmek, karşılaştırmak hoşuma gidiyor. "Bedevi" kelimesi zihnime "oradan oraya göç eden kişi" gibi bir tanımlama yerleşmiş durumda. Bunun nedeni basit. Çölde sabit durursanız ölürsünüz :) O nedenle hayatı idame ettirebilmek için gezmek zorundasınız. Kar olsun, deniz olsun aynı şey geçerli. Maslov'un ihtiyaçlar hiyerarşisi kadar derinliğe girmeyeceğim ama sığınmak, dinlenmek ve yiyecek bulmak gerekiyor. Hepsinin teması aynı. Karda donmayacaksın, çölde pişmeyeceksin, denizde ölmeyeceksin. Bu zorluklara karşı direnç koyarken hareket etmekten başka bir seçenek yok. Geçmişte, günümüzdeki kadar kolay şartlar yok tabii ki. İngiliz genel anlamda nomad demiş mesela. Biz Türk olarak zaten göçebeyiz. Elin Arabında da bedevilik var. Kültürlerin hareketlerini karşılaştırıp günümüze baktığımda en güzeli net olarak biziz. Yoldan gelene "Aç mısın?" diye soran bir milletiz. Koca paragrafı bu soruya indirgeyebilirim. Bu soruyu neden soruyoruz ve neden içten soruyoruz bir düşünün.  

Kale çok yüksek olduğu için bisiklet ile çıkmak yerine karşısındaki ufak işletmede çay içeyim dedim. Yazıyı görüp Türk olduğumu söyleyince hasır taburede oturanlardan Mohamed, %95 oranında doğru şekilde İbrahim Tatlıses'den Mavi Mavi'yi söylemeye başladı. 😂 İlk 2 günün yorgunluğu üzerimden kalktı gitti. Hiç böyle bir şey beklemiyordum gerçekten. Bu arada Ürdün'de iki karakter gerçek anlamda popüler, birisi Saddam ki gerçek anlamda arabalarda falan posterleri var, diğeri ise İbo :)

İşletmeye ait mağaranın içine girince annelerin dağınık oda için kullandığı "her yer her yerde" deyimi aklıma geldi.

İşletmenin Abu Ali ile 10 dakika konuşun, hayatta ne derdiniz en sıkıntınız kalır. Gördüğüm en iyi kalpli Ürdün'lü olabilir kendisi. Etrafta fotoğraflık çok şey olduğunu görünce kahve yapılana kadar göz atmak istedim. Ve dünyanın en küçük oteli ile karşılaştım. Aslında burayı çok önceden bir belgeselde görmüştüm ve hayal meyal hatırlıyorum ama burada karşıma çıkacağını hiç tahmin etmezdim. 

Abu Ali'ye doğru yanaşıp günlük fiyatını sordum. Hem Türklere olan sempatisi hem de bisikletle kalkıp oraya gelmem onu etkilemiş olacak ki aramızda şöyle bir diyalog geçti.


+ Çok güzelmiş ya, ne kadar gecelik?
- Senden ücret istemiyorum, yat burada, yarın devam edersin yoluna

Gerçekten akşama doğru buraya yolum düşmüş olsa ücretsiz bir teklif bile beklemeden kalırdım. Hayatta bazı şeyler sadece "yaptım" demek için var. Burası da öyle bir yer işte. Çayları kahveleri içtik. Israrla vermeye çalışsam da para almadı. Ununu elemiş eleğini asmış yüce insan Abu Ali'ye ve arkadaşı Mohamed'e her ne kadar bu yazıyı okumayacak olsalar da selamlar tekrardan. İşte turda aradığım şeyler bunlar. Sürprizleri pek sevmem ama beklenmedik anda ortaya çıkan iyiliğin değeri başka oluyor.

Şubak Kalesi'ni bitirip tekrar yola koyuldum. An itibariyle 1200 metrelerdeyim ve 20 km sonra 1600'lere tırmanmış olacağım. Sonra sert bir inişle Wadi Musa'da olma niyetim var. Otel işini de orada çözeceğim. 1640 metre bu yolun zirvesi. Tam bu noktada yol ikiye ayrılıyor. Sağda Küçük Petra'ya yani Siq al-Barid'e (Soğuk Kanyon) giden bir yol daha var. Orayı görmek isterdim fakat inersem bir gün de orada kalmam gerekecekti. O yüzden pas geçtim. Mekansal değil, zamansal problemler you know. İşimiz büyüğüyle.

Yol kenarına serpiştirilmiş evler ve top oynarken maçı durdurup "money money!" diyen çocuklar haricinde ilginç bir şey olmadı. Yatay ışığın etkisiyle ülkenin geneline hakim sarı renk ise yavaştan altın sarısına dönüşmeye başladı. Ben ise süzülerek nihayet Wadi Musa'ya indim. Wadi Musa demişken, vadide kurulan bir şehir burası. Doğal vadilik diye bir şey kalmamış, her yer ev. Çarşıdaki restoranda hızlıca bir şeyler atıştırdım ve rezervasyonu yapıp 5 dakika içerisinde Boxtel Hostel'e ulaştım. Hostelin sahibi Hamza yardımcı oldu. Güzel bir çay ikramı için de istediğim zaman terasa çıkabileceğimi söyledi. Bu arada odalar gerçekten de boxtel :) Kendinizin ve eşyalarınızın sığacağı kutu kadar bir oda var, hepsi bu fakat yeterli. Diğer yerler ortak. İçerdeki depo alanında 4 tur bisikleti gördüm. 5. olarak benim bisikleti yanlarına koydum. Sırt çantalı gezgin olsun, tur bisikletçisi olsun gelip burada konaklıyor, aktivitesini yapıp dönüyor. Kapadokya'yı gezmek için birkaç gününü ayırıp sadece yatmak için kullanma modeli ne ise Petra'yı görmek için Wadi Musa'da kalmak da o.

Hosteller eğer kafam dolu değilse ilk tercih edeceğim yerler arasında oluyor. İnsan yoldaki yalnızlığını sosyalleşerek dengelemez ise sıkılıyor. En azından ben öyleyim. Hareket halindeyken sosyal olmak zor ama sabit bir yerde daha kolay bu işler. Çok kişi ile tanışıp çok güzel anılar biriktirmişimdir hostellerde. Peki içe kapanık gezgin hiç mi yok? Tabii ki var, çok karşılaştım. Bu tür insanlarda her şey kendi dünyalarında olup bitiyor. Belki de dış dünyaya kapalı olduğunun farkındadır ve kendini açmak için geziyorlardır kim bilir. 

Terasta çayımı yudumlayıp Wadi Musa manzarası eşliğinde günüme nokta koymak için yukarı çıktım. Evlerin görüntüsü Mardin'i hatırlattı. (Z kuşağı dilinde Mardin vibeı aldım) Mardin için kullanılan bir deyim var "Gece gerdanlık, gündüz mezarlık". Wadi Musa'nın da pek bir farkı olmadığını söyleyebilirim. 

Bir yandan çayımı yudumlarken diğer yandan duvardaki televizyonda dönen Petra görüntülere bakmakla yetindim. Bir zamanlar Osmanlı toprağı olan bu muazzam güzelliği tekrar fethetmek için sadece bir uyku uzaklıkta olduğumu bilerek odama indim ve yastığa kafamı koydum. Yarın çok uzun bir gün olacak.